EFT – Bölüm 1.2 [HH]

Erotik Peri Masalları – Bölüm 1.1 Külkedisi'nin Bozulması



Önceki Bölüm | İçindekiler | Sonraki Bölüm



UYARI: Bu bölüm rahatsız edici sahneler içerir. Lütfen kendi takdirinize göre okuyun ve bunun kurgu olduğunu unutmayın. 




Gece masum bir kız olmaktan çıkıp bir kadın olmak zorunda kaldı; ve doruğa ulaştıktan sonra sihrini kaybetmişti.

Rüzgar ve yağmur geçtikten, uzaktan şafak doğduktan sonra, bacaklarının arasından sızan sıvıyı hissetti; kayıtsız gözlerle adamın kıyafetlerini giymesini izledi. Adam ona rasgele, “Metresim olursan, sana en iyi hayatı vereceğim. Sana perilerin bile sahip olmayı hayal bile edemeyecekleri en güzel incileri göndereceğim ve yaşadığın hayat herkesi kıskandıracak.” dedi.

Külkedisi yanıt vermedi ve ona boş gözlerle baktı. Adam, “Yarın gece burada benimle buluş. En güzel kıyafetleri giyip görkemli bir şekilde yaşayabileceksin.”

Ancak Külkedisi, adamın şeytan olduğunu düşündüğü için küçük kulübeye asla geri dönmedi.

Zor zamanlar geçirmesine ve asla doyurucu yemek yiyememesine rağmen, çoğu zaman hala mutluydu. Hala fare ve kuş arkadaşları olduğu sürece, neşeli bir şekilde gülümseyebilirdi. O adam tarafından karartıldıktan sonra, yanında küçük fare ve kuş arkadaşları olsa bile, istemsizce sık sık gözyaşı döktü. Onu daha perişan eden şey, bekâretinin açıkça zorla elinden alınmış olmasına rağmen, ona verdiği zevki unutamamasıydı.

Külkedisi her gece rüyasında ona basan ve belini sallayan o adamın hayalini kurardı, tarif edilemez heyecan neredeyse onu boğuyordu. Uyandığında, bacaklarının arasındaki kısım her zaman ıslanırdı ve bu her olduğunda, hemen yatağın yanına diz çökmek için telaşlanır ve onu çabucak unutabilmeyi umarak ciddiyetle dua ederdi.

Ancak, gecenin perdesi kapanır kapanmaz, ahlaksız düşler ülkesine geri dönerdi. Rüyanın içindeki ‘kadın’ sırtında kanayan tırnak izleri bırakacak, vücudunun altında çabayla inliyor ve utanmadan daha fazlasını vermesi için özlem duyuyordu.

Birkaç ay sonra, kralın kalesi, prensin bir balo düzenlediğini ve şehirdeki tüm hanımların katılmaları gerektiğini söyleyen bir duyuru yayınladı. Bu konuyu öğrendikten sonra bütün kızlar gizlice sevindi. Prensin kimliği yüksek asalettendi. Geçmişte sıradan bir siville evlenmesi imkansızdı, ama şimdi şehrin tüm hanımlarını davet etmişti. Bu, herkesin bir serçeden anka kuşuna dönüşme fırsatına sahip olduğu anlamına gelmiyor muydu?

Tüm şehirdeki kızlar sevinçli ve heyecanlılardı. Sürekli olarak alışverişe gidiyor, balo sırasında prensin dikkatini çekme ümidiyle en iyi giyinen olma çabasıyla gardıroplarına giysi üzerine giysi ekliyorlardı. Doğal olarak, buna Külkedisi’nin iki üvey ablası da dahildi; bu tür ateşli atmosfer sırasında, hareket etmeyen tek kız muhtemelen Külkedisi’ydi.

İki büyük kız kardeşi bir arabaya binip kaleye gittikten sonra, Külkedisi tek başına dar tavan arasına döndü, yüzünü örterek gözyaşlarına boğuldu. Prens ile evlenmek istemedi; sadece o şeytanı unutabilmeyi diledi, ama ne yaparsa yapsın, onu asla unutamadı. Ve böylece o gün gittiği kulübeye geri koşmaktan kendini alamadı.

Doğal olarak, kulübede bekleyen kimse yoktu; ancak içine, harap kabinle uyumsuz bir manzara çizen büyük güzel bir kutu yerleştirilmişti.

Külkedisi çekingen bir şekilde kutuyu açtı ve içine yerleştirilen mücevherlerle birlikte işlenmiş muhteşem bir elbise keşfetti. Giysileri çıkardığında, aniden kutunun dibinde kıyaslanamayacak kadar güzel bir çift cam terlik buldu.

Cam terlikler berrak ve şeffaftı. Karanlık küçük kulübenin ortasında, kendi başına bir parıltı yayıyor, içinde sihir taşıyormuş gibi görünüyordu. Külkedisi onu giymeye karşı koyamadı ve terlik çiftinin ayaklarına sanki tam ona göre yapılmış gibi oturduğunu gördü. Onu çıkarmak için tamamen isteksizdi.

Ayaklarındaki cam terliklere baktı ve hayatında bir kez olsun kendini şımartmaya karar verdi. Güzel kıyafetler giyerek ve lüks mücevherler takarak kaleye varacak, baloya katılacak ve bu çift terliklerle gece boyunca dans edecekti. İffetini çalmış o iblis adamı tamamen unutacaktı.

Neyse ki, giyindikten sonra kaleye giderken bazı iyi kalpli insanlarla karşılaştı. Onlarla birlikte muhteşem bir arabaya binmesine izin verdiler ve onu kaleye getirdiler. Görkemli salona adımını attığında, herkes anında sustu. Ancak uzun bir süre geçtikten sonra harikulade sesler çınladı.

“Hangi ailenin hanımı? Nefes kesici görünüyor.”

“Giydiği kıyafetlere, taktığı takılara ve ayağındaki terliklere bakın. Belli ki sıradan insanların elde etmeyi hayal edemeyecekleri şeyler bunlar. Dahası, böylesine zarif mizacına ek olarak, muhtemelen bir ülkenin prensesi olmalı, değil mi?”

“Ne kadar aşağılık. Elbiselerini gerçekten yırtıp atmak istiyorum.”

“Böylesine muhteşem güzel bir kadın daha önce nerede saklanıyordu?”

“Gidip onu gezdirebilir miyim?”

Ancak Külkedisi bu yorumların hiç birini duymadı çünkü aynı zamanda balo sahibi asil prens ona büyük bir gülümsemeyle yürüdü.

Siyah takım elbise giymişti, duruşu eşsiz bir şekilde zarifti. Siyah saçları, mavi-yeşil gözleri ile eşsiz bir şekilde yakışıklı görünüyordu; o gün ona sahip olan aynı şeytandı.

Hayatını kurtarmak için koşmak, çığlık atmak ve arkasını dönmek istiyordu ama prens elini çoktan yakalayarak kaçma şansını kesmişti. Bu sırada müzik çalmaya başladı ve onu kolları arasına alıp onunla vals yapmaya başladı.

“Düşündüğümden çok daha zekisin.”

Prens kulağına ateşli bir şekilde fısıldadı. Yüz ifadesi son derece nazik ve kibar görünüyordu; ancak sesi ölçülemeyecek derecede soğuktu. “O gece sana aşık olduğumu bilmiyor muydun? Artık metresim olmana izin vermemeye karar verdim. Dallara uçup[1] karım olmak için bu fırsatı değerlendirmek istemez misin?”
[1. Dallara uçup bir anka kuşu olmak: yüksek bir pozisyona yükselmek.]

Ona bakarken gözleri büyüdü. Bundan kaçarak, sonunda ona rüyalarında sayısız kez söylediği aynı cümleyi söyledi, “Seni iblis! Kim seninle birlikte olmak ister!” Ancak Külkedisi, rüyalarında bu iğrenç kelimeleri her söylediğinde, iblisin onu altına bastıracağını ve onu tekrar tekrar acımasızca mahvedeceğini unutmuştu.

Gerçek bir istisna değildi. Dansı bitirdikten sonra, Prens ona acımasızca kalenin arkasındaki bahçeye sürükledi. Külkedisi’nin eteğini kaldırdı ve külotunu yırttı ve herhangi bir ön sevişme olmadan doğrudan ona girdi.

“Ahggghhh…. …”

Bir anda, ikisi de inledi, acı ve zevkle ağzına kadar doldu, birlikteliklerinden gelen heyecan verici his doğrudan beyinlerine aktarıldı.

Gösterişli salondaki zarif prens şimdi bahçenin karanlık derinliklerinde bir canavara dönüşmüş ve arzularını kızın üzerine bırakmıştı. Kızın ilk reddetme çığlıkları yavaş yavaş yumuşak inlemelere dönüştü ve iblisinin uyarması altında ahlaksız çığlıklar yaymaya başladı.

“Ahhh.. uhnnnn ummm…. Lütfen onu bana ver! Yalvarırım onu bana ver!”

İblis zaten bala batırılmış dev kökünü çıkardı ve kötülük dolu bir şekilde alay etti, “Sana ne vereyim?”

“Senin…. Sihirli değneğin.”

Kıkırdadı ve kötü bir şekilde kızın sıcak küçük deliğinden geçerek aralıklı olarak bastırıp inletti, “Bunu beğendin mi?”

“Beğendim… ..uhhnnn ahnnnn…..”

Külkedisi’nin gözyaşları, yıldızsız siyah gökyüzüne şaşkınlıkla bakarken akmaya başladı. Böyle olacağını beklemiyordu. İblisin her şeyine âşık olmuştu; zulmüne âşık olmuş, müstehcenliğine âşık olmuş ve ona getirdiği bu günahkar zevke âşık olmuştu.

Prens onu kaldırdı, kar beyazı bacaklarının beline sıkıca kenetlenmesine izin verdi ve bahçenin daha derin kısımlarına doğru yürürken kocaman penisini kullanarak hassas deliğinin yumuşak derinliklerine itti.

“……Mmmm….Nereye… beni nereye götürüyorsun?”

Külkedisi neredeyse baygınlığa düşmüştü, ancak et çubuğunun vücudunun alt kısmını işgal etmesi bir yana, sadece bir çift cam terlik giydiğini hissedebiliyordu. Başlangıçta başka biriyle dans etmek için bu topukluları giydi. Onun yerine kendini şeytana gönderdiğini kim bilebilirdi ki?

“Seni iblisin yatak odasına götürüyorum.”

Prens uğursuzca konuşarak, bahçenin derinliklerinde bulunan kulenin yatak odasına vardıklarında onu taşıdı ve becerdi.

Odada romantik perdelerin yukarıdan sarktığı kocaman, kar beyazı bir yatak vardı. Yanda pek çok güzel şey vardı; nefis tavus kuşu tüyleri, tuhaf görünümlü deri kemer kilitleri, şeffaf dildolar, parlak kristal şişeler ve bir buz kovası içine düzgünce yerleştirilmiş birkaç şişe şarap vardı. Yatağın yan tarafında, kendine özgü bir şekle sahip, ancak zarif bir şekilde işlenmiş kar beyazı tahta bir at vardı; üstelik tüylü fare oyuncakları bile vardı.

Garip olan yatağın etrafında birkaç metal zincir ve deri halkalar olmasıydı. Bu nesneler üstünde tül süslemelerle ince işçiliğe sahip olsalar bile, Külkedisi hala hepsinin biraz yersiz göründüğünü hissediyordu.

Prens onu yatağa yatırdı ve birkaç kez daha ona çarptı ve ondan çıkmadan önce özünü vücuduna fışkırttı. Kız bir süre kendini boş hissetti. Bulanık sıvı, bal mağarasından damlayarak saf beyaz çarşafları lekeledi. Başlangıçta saf ve çekici Külkedisi yatağın üstüne serildiği için, manzaradaki kontrastla bozulma hissi daha da artırıldı.

Prens ayaklarından birini kaldırdı ve ince ayak bileğini yavaşça ve nazikçe yalayarak sordu, “Bu cam terlik çiftini beğendin mi? Zanaatkarları onları hızlıca yapmaya zorladığımda, hepsi seni memnun etmek içindi. Gelmeyeceğini kim bilebilirdi? O gece seni ne kadar beklediğimi biliyor musun?”

Külkedisi’nin yüzü kızardı, yanıt vermek istemiyordu. Prens cam terliklerini nazikçe çıkardı, yanından bir şarap şişesini açtı ve tozu temizlemek için terliğin üzerine sıvıyı döktü. Sonra, içinde parlak yeşil sıvı bulunan kristal şişeyi aldı ve bir yudum alarak Külkedisi’ni ağzıyla besledi.

Sıvının hafif tatlı bir tadı vardı,  bu yüzden farkına varmadan doğal olarak yuttu. Kısa bir süre sonra hafif ve neşeli bir his bütünlüğünü bastırdı. Külkedisi istemsizce sordu.

“… ..Neydi bu?”


Ç.N: Hala evime dönemedim, kazılarda sürünüyorum *yingyingying* Vaktim oldukça bölüm atmaya çalışıyorum ama BL yapmak istemiyorum bu aralar (#`-_ゝ-) 

Önceki Bölüm | İçindekiler | Sonraki Bölüm


Yorumlar